Türk Cumhuriyetlerinde Temel Yapılar

a. Ordu

Yeni Türk cumhuriyetlerinin henüz hiçbirinin doğru-dürüst millî orduları tam ma­nasıyla oluşturulmamıştır. Kimi bu konuda kendisini ABD’ye, kimi Rusya’ya dayamak istiyor. Kimisi de tarafsızlık tutumu içinde başı­na bir dış tehdit gelmeyeceğini sanıyor. Bir an evvel Türkiye ve Türk cumhuriyetleri kendi ortak millî savunma teşkilatlarını meydana getirmek zorundadır. Yoksa büyük bir ço­ğunluğunun kolay kazandığı hürriyet bir şe­kilde ellerinden gidebilir. Belki bu savunma iş birliği kısa bir sürede gerçekleşmeyebilir ama Türkiye bu konuda öncülük yapabilir. Özellikle Azerbaycan ve Kırgızistan’da Tür­kiye’nin askerî iş birliği faaliyetleri ve yardım­ları, bu ülkelerin savunma altyapısını geliş­tirme yönündeki destekleri, ortak güvenlik stratejisine doğru gidebilecek yeni bir sonuç ortaya çıkarabilir. Eğer Türk cumhuriyetleri kuvvetli ordulara sahip olmazlarsa, 2005 se­nesinde Kırgızistan’da ol­duğu üzere, 300-500 kişi ile hükümetler ko­layca devrilebilir. Bir tümen askerle koskoca bir ülke işgal edilebilir.

b. Din

3000 yıllık takip edilebilen süreçte Türk milleti Avrasya’da geniş bir alana yayılarak buralarda çok sayıda devlet kurmuştur. Böylesine bir tarihî derinlik ve coğrafi genişlik içinde Türkler kendi geleneksel ve millî dinlerinin dışında evrensel karakterli büyük dinlerle de karşılaşmış ve bu dinlerin mensupları olmuşlardır. Miladî 8. yüzyıldaki Uygur Devleti’ne kadar Türkler, sihir yönü öne çıkan bazı totemik ve şamanistik inançlara meyilli olmuşlardır. Esasen 8. yüzyıla kadar Türklerin tabiat kuvvetleri ve atalar kültü etrafında oluşturdukları inançları ve bağlı olarak ritüelleri vardı. Bozkır Türklerinin asıl dini ise Kök Tengri inancıydı. Bu inanca göre yaratıcı ve tam iktidar sahibi olan Tanrı, en yüksek varlık olarak itikadın merkezinde yer almaktaydı.  Türkler Miladın ilk yıllarından itibaren Budizm, Manihaizm, Zerdüştlük, Musevîlik ve Hristiyanlığın Nesturî koluyla temas halindeydi. Özellikle Uygur Türkleri arasında Budizm, Maniheizm ve Nesturilik yaygınlaşmıştı. Hazar Türkleri Musevîliği ve Hristiyanlığı benimsemişler, Bulgar Türkleri 9. yüzyılda Hristiyan olmuştur. 10. yüzyıldan itibaren büyük kitleler şeklinde İslam dinine giren Türklerin büyük bir bölümü günümüzde de mezhep farklılıkları bir yana Müslüman’dır. Ancak nüfus itibarıyla bazı küçük Türk gruplarının farklı dinleri benimsediğini de görmekteyiz.

Nüfusu 250 bin civarında olan Gagauzların büyük çoğunluğu Ortodoks olup, az sayıda Protestan da mevcuttur. 2 milyona yaklaşan nüfuslarıyla en kalabalık Hristiyan Türk grubunu oluşturan Çuvaşların çoğunluğu Ortodoks Hristiyan olup, aralarında az sayıda da olsa Gök Tanrıya inanan insanlar bulunduğu gibi, animistik inanışlara sahip olanlar da vardır. Hakaslar, Altay Türkleri, Dolganlar ve Yakutlar da Hristiyan olmakla birlikte, halen büyük bir kısmı Şamanî geleneklere bağlıdır. Hakasların nüfusu 80 bin, Altay Türkleri 70 bin; Yakutlar Dolganlarla birlikte 400 bin civarındadır. Sayıları binlerle ifade edilebilen Tofalar, Çulımlar, Şorlar, Mişerler de Hristiyan Türkler arasında sayılan, dilleri ve kimlikleri yok olmaya yüz tutan küçük Türk gruplarıdır. Musevîliği benimseyen Türkler Karaim veya Karay olarak adlandırılan bir Türk grubudur. Kırım, Litvanya, Polonya, İsrail gibi ülkelerde yaşayan Karayların nüfusu 5 bin civarında olup, kutsal kitap olarak Tevrat’ı kabul ederler. Kırım’da çok az bir nüfusa sahip Kırımçak Türkleri de Musevi Türklerdendir. Karaylardan farklı olarak Tevrat’ın yanında Talmut’u da kutsal kabul ederler. Budist (Lamaist) Türkler ise Tuva ve Sarı Uygur Türkleridir. Yaklaşık 200 bin kişilik nüfusa sahip olan Tuva Türkleri Rusya Federasyonu içinde kendi adlarıyla anılan özerk bölgede yaşarlar. Sarı Uygurlar ise Çin’in Kansu eyaletinde yaşamakta olup, sayıları 10 bin civarındadır.

İslam dini ile Türkler 8. yüzyıldan itibaren ilişki kurmaya başlamıştır. İslamiyet’in Türkleri derin bir şekilde etkilemeye başlaması 11. yüzyıldan sonra olmuş uzun bir süreç içinde Türkler bu dini kabul etmişlerdir. Orta Asya ve Kafkasya’daki bazı Türk grupları mesela Kırgızlar, Karaçay-Balkarlar 17. yüzyıl gibi geç bir dönemde Müslüman olmuşlardır. Türklerin Müslüman olmaya başladıkları dönemlerde şekillenip kalıplaşmış İslamî dinî formlardan Sünnîlik, Şiîlik ve Sufîlik Müslüman Türklerin dinî yaşayışlarının temel ve hâkim formlarını oluşturmuşlardır. Türkler nüfus itibarıyla daha çok İslam’ın Sünnî yorumunu benimsemişlerdir. Şiî-Alevî anlayışı ise belirli bölgelerdeki Türkler arasında yayılmıştır. Kazakistan, Kırgızistan, Doğu Türkistan, Sibirya ve İdil-Ural Türkleri arasında Şiî-Alevî Türklere rastlanmamaktadır.

Türklerin yaşadığı coğrafyalar dün­yanın en stratejik bölgeleridir. Halkın bü­yük bir kısmının Müslüman olması itibarıyla Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler buraları kendi nüfuz alanına sokma gayreti içindedir. Fakat ne Azerbaycan ne de diğer Türk cumhuriyetleri, Türkiye modelinin dışında bir İs­lam devleti olmayacaklarını ortaya koysalar da hâlâ Türk dünyasının üstünde İran’ın Şii ağırlıklı telkinleri ve Batı kaynaklı Hristiyan propagandaları söz konusudur. Özellikle Af­ganistan ve Pakistan üzerinden bölgeye sızma çabası içinde olan bazı radikal dinî örgütlerle devlet güçleri arasında Özbekistan, Kırgı­zistan sınır bölgelerinde çatışmalar olmak­tadır. İlerleyen yıllarda bu örgütlerin Özbe­kistan’da ve Kırgızistan’da kendilerine alan yaratacakları tahmin edilmektedir. Kafkasya ve Türkistan’da köklü bir sufilik geleneğinin olması ileride dinî grupların büyüyeceğinin sinyallerini vermektedir.

c. Alfabe-Dil-Kültür

Türklerin tek bir alfabede birleşmeleri kültürel ilişkileri arttıracağı gibi büyük bir ho­mojen birlik de oluşturacaktır. Fakat şu husus hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır. Ortak bir edebî Türk dili etrafında birleşmek esas gayedir. Bizi bu gayeye götürecek ilk vasıta da şüphesiz ortak bir alfabedir. Türk dünyasının ortak alfabe kullanması esas ga­yeye yönelik olursa daha faydalı olacaktır. 20. asrın başlarına kadar ortak alfabe -Arap alfa­besi- kullanan Türk dünyasında yeni yazı dil­leri oluşmuş, Gaspıralı’nın önderliğinde ortak edebî dile matuf, “dilde birlik” yolunda önemli adımlar atılmıştır. Şu anda ise alfabe üzerindeki çalışmalar yoğunlaşmış, esas gaye olan ortak edebî Türk dili konusu arka plan­da kalmıştır. Aslında gaye, ortak edebî Türk dilinin oluşturulması olursa, alfabe meselesi kendiliğinden çözüme kavuşacaktır. Alfabe meselesinin ve lengüistik değişikliklerin in­celenmesi bu bölgelerin gelecekteki gelişme imkânlarını biraz olsun aydınlatacaktır. Türk dünyasında değişik zamanlarda ve yerlerde Ortak Türk dili ve Latin esaslı ortak Türk al­fabesine geçilmesi yönünde alınan kararlar bu zamana kadar gerçekleştirilemese de Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan ve Gagauz Eli gibi Türk ülkelerinde ortaklıkla­ra kapalı Latin esaslı alfabelerin kabul edilip uygulandığını görmekteyiz. Latin alfabesine geçme hususunda Kazakistan’da da güçlü bir irade belirmiştir. Bizzat Devlet Başkanı Nazarbayev, en geç 2025 yılında ülkesinin Latin alfabesini kabul edeceğini açıklamıştır. Kırgızistan’da da alfabe değişimi konusunda tartışmaların başlamış olması sevindiricidir. Türk dünyasının kültürel bütünleşmesi yö­nünde çalışan kurumların başında Kazakis­tan’daki Türk Akademisi gelmektedir. Ortak dil ve alfabenin oluşturulması için araştırma­lar ve toplantılar yapan Akademinin faaliyet­leri kısa vadeden ziyade uzun bir zaman dili­mine ihtiyaç duymaktadır. Bu çerçevede Nazarbayev’in de Dilbilim Enstitüsünün 34 harfli ortak Türk alfabesinden hazırladığı Latin taslağını kabul edeceği kuvvetle muhtemeldir. Türk dünyasında bütünleşmenin en önemli araçlarından biri olan Latin alfabesinin Kazakistan’da kabulüyle Nazarbayev tarihî görevlerinden birini daha yerine getirecektir. Alfabe değişiminde Kazakistan’ı Kırgızistan takip edecektir. 2021 yılında tamamen Latin alfabesine geçecek olan  Özbekistan’da önümüzdeki zaman diliminde ö, ğ, ş, ve ç seslerinin Türkiye’nin kullandığı Latin alfabesindeki aynı harflerle karşılanacağı yönünde görüşler ortaya konmuştur.

Son yıllarda kitle iletişim araçlarının ülke sınırları dışına Türkçeyi taşıması ortak dil oluşumunda en önemli işlevi görmektedir. Uydudan yapılan radyo ve televizyon yayın­ları, ağ ortamındaki yayımcılık, yurt dışında da yayımlanan gazeteler ve dergiler, yabancı ülkelerde açılan öğretim kurumları ve kurslar aracılığıyla bugün Türk dili geniş bir coğraf­yada, etkin bir biçimde varlığını sürdürmek­tedir. Türkiye televizyonlarında gösterilen di­zilerin Türk dünyasında rağbet görmesi Tür­kiye Türkçesinin de ortak dil olarak yayılma­sını ve benimsenmesini kolaylaştırmaktadır. Azerbaycan ve İran’da Türkiye Türkçesinin varlığı gittikçe daha fazla hissedilmektedir.

Tatar dilcileri de Latin alfabesine geç­me konusunda çalışmalar yapmıştır. Esasen 1926 Bakü Türkoloji kongresinde Arap al­fabesinin değiştirilmesi hususunda en fazla muhalefet Tatar aydınları tarafından gösteril­miştir. 1991 yılından sonra ise Tatarlar, Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçtiklerinde, diğer Türk soydaşlarıyla daha sıkı iletişim ku­rabileceklerine inanmaktaydılar. Tatar Türk­lerinin Latin alfabesine geçişi, aynı zamanda dünya iletişim sistemine uyumu da kolaylaş­tıracaktır. Ancak özellikle Vladimir Putin’in 2012’de tekrar devlet başkanı seçilmesiyle birlikte Latin alfabesine geçiş konusu da dâ­hil olmak üzere Rusya Federasyonu içindeki cumhuriyetlerin haklarının kısıtlanmaya de­vam edileceği öngörülmektedir.

Özellikle 1993 senesinde Türk dünya­sında dil birliğinin önemli bir adımı olarak, 34 harfli Türk alfabesinin kabulü önemli bir başlangıçsa da henüz bunun hiçbir Türk cum­huriyetinde uygulamaya konulmaması da üzücüdür. Bununla beraber yavaş yavaş bü­tün Türk cumhuriyetleri Latin alfabesine geçmektedir ki bu sevindirici bir durumdur. Ayrıca Türkiye’nin başta Türk bölgelerine olmak üzere Afganistan, Arnavutluk, Bela­rusya, Ukrayna, Polonya, Romanya, Bosna-Hersek, Kosova, Letonya, Lit­vanya, Moğolistan ve Tacikistan gibi ülkelerle Türkoloji Projesi çerçevesinde eğitim ve kül­tür alanında münasebetleri söz konusudur. Bunlardan başka Türk cumhuriyetlerinin gençleri, kadınları, ilim adamları, sanatçıları, sporcuları düzeyinde bir araya gelerek ortak etkinliklere imza atmaları mühim çabalardır. Türkiye’nin eğitim ve kültür alanının yanı sıra onları tarım, sanayi, turizm, sağlık vs. konu­larda da desteklediğini unutmamak gerekir.

Türk dünyasında ortak bir alfabe, dil ve terminolojinin oluşturulması konusunda fikir alışverişi sürdürülmektedir. Ortak bir terminolojinin üye ülkelerdeki yayınlarda kullanılmasının günlük yaşamın yanı sıra eği­tim, bilim ve sanat alanlarında da daha fazla paylaşımı mümkün kılacağına inanılmaktadır. Ortak Terminoloji Kurulunun ilk toplantısı 16 Kasım 2012 tarihinde İstanbul’da gerçek­leştirilmiştir. Bu toplantıda bilimsel amaçlarla kullanılmak üzere 34 harfli bir ortak alfabe de kabul edilmiştir.

Türkiye ile aynı dilin farklı biçimde konuşulduğu bu ülkelerde lehçe sorunu kısa sürede aşılabiliyorken, özellikle Kazakistan ve Kırgızistan’da hâlâ Kiril alfabesinin kullanılmasından kaynaklanan sorunlar, iletişim açısından zorluklar çıkarabilmektedir. Buna rağmen, bu iki ülkenin hem Kazak ve Kırgız nüfus açısından diğer ülkelere göre daha dü­şük homojenliğe sahip olması hem de daha liberal bir rejim izlemeleri nedeniyle Türkiye kaynaklı faaliyetlere kucak açması iletişim so­runlarının neden olduğu (Rusçanın da resmî dil olması ve Rusça konuşmanın yaygın ol­masından kaynaklanan) dezavantajları gider­mektedir.

Bugün Türk dünyasının önünde çözül­mesi gereken birçok problem durmaktadır. Bilim, kültür, sanat, ekonomi, teknoloji vs. alanlarda kurulacak iş birliği için temel şartlar gerekmekte olup, bunların başında da ortak dil gelmektedir. Ortak dil; birlik ve bütün­lüğün temel unsuru olup, Türk dünyası ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki kültür köp­rüsünü kuracak, bu köprünün üzerinden di­ğer alanlarda da (iktisadi, ticari, askerî, siyasi) bütünleşmeler oluşacaktır. Tarihte kurduğu­muz medeniyetimizin yeniden canlanması için eğitim iş birliğinin artırılması gelecekte büyük faydalar sağlayacaktır. Kültür, sanat ve edebiyat alanında temasların artırılması ve ortak projelerin oluşturulması, lehçeleri bir­birine yaklaştıracak ve ortak dil birliğinin te­sis edilmesinde büyük yararı olacaktır. Türk dünyasının ortak tarih ve Türklük bilinciyle yoğrulması, gelecekteki siyasi bilincin de bu yönde şekillenmesinde önemli rol oynaya­caktır. Dilde ve fikirde birlik, ortak algının geliştirilmesiyle güçlenecektir. Türk dünyası­nın düşüncelerini birbirlerine yakınlaştırmak, iş birliği ve ortak iş yapma kültürünü artırmak suretiyle kültürel uyumun sağlanması çalış­malarına hız verilmelidir. Türk dünyasında yüz binlerce insanın Türkiye Türkçesi ko­nuşması, Türk dizilerini izlemesi, Türk mü­ziğini dinlemesi, Türk gazetelerini okuması ve Türkiye’nin iç ve dış politikada neler yap­tığını yakından takip etmesi, gelecek adına heyecan veren gelişmelerdir. Bölge ile Türki­ye arasındaki bu etkileşim, artık başlangıçta olduğu gibi sadece devletten devlete veya hükümetten hükümete değil, halktan halka, sokaktan sokağa, üniversiteden üniversiteye gelişmektedir.

d. Ticaret-Ulaşım

Son yıllarda Türkiye–Türk cumhuriyetleri arasında karşılıklı ticaret hacimle­rinde hedeflenene yakın bir artış olduğu görülmektedir. Türkiye ve Türk cumhuriyetleri karşılıklı üst düzey ziyaretlerle, kurulan karma ekonomik komisyonları, kara ulaştırması karma komisyonları, iş konseyleri ve yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyleri gibi mekanizmalarla bu ülkelerle olan işbirliği alanını arttırmayı ve çeşitlendirmeyi amaçlamaktadır. 2002 yılında Türkiye’nin dış ticaret hacminde Türk cumhuriyetlerinin toplam payı 1 milyar 80 milyon dolarla yüz­de 1,2 iken 2012 yılında bu rakam 9 milyar 398 milyon dolara ve yüzde 2,4’lük bir paya ancak ulaşmıştır. TÜİK verilerine göre 2012 yılı itibarıyla Türkiye Azerbaycan’daki toplam ithalatta yüzde 27’lik paya sahipken, Türk­menistan’da bu pay yüzde 20, Kazakistan’da yüzde 2, Özbekistan’da yüzde 4, Kırgızis­tan’da ise ancak yüzde 3’tür. Türkiye’nin, 2016 yılı sonunda, Azerbaycan dışındaki Türk cumhuriyetleriyle ticaret hacmi 7 milyar dolar olup, Türk şirketlerinin bölgedeki yatırımlarının toplamı 2017 yılı Aralık ayı itibariyle 14 milyar dolara yaklaşmıştır. Türk müteahhitlik firmalarının bölgede gerçekleştirdikleri projelerin toplam değeri ise 86 milyar doları aşmıştır.  Bölgede 4 binin üzerinde Türk firması faaliyet göstermektedir. Türk cumhuriyetlerinin ticari ortaklarına bakıldığında ise Türkiye’nin sadece Azerbaycan’la ekonomik ilişkilerini geliştirdiği ve önemli bir seviyeye taşıdığını söylemek mümkündür. Azerbay­can’ın enerji kaynaklarının Batı pazarına ulaştırılmasında Türkiye’nin oynadığı rolün yanı sıra özellikle Azerbaycan devlet petrol şirketi SOCAR’ın Petkim’i satın alması, iki ülke arasındaki ilişkilerin arzulanan seviyeyi yakalamasına hizmet etmiştir. Azerbaycan’ın petrol dışı ekonomisinde en büyük yatırımcı ülke Türkiye’dir. Azerbaycan bugüne kadar Türkiye’ye 14.5 milyar dolar yatırım yapmış,  Türkiye de Azerbaycan’a 11.8 milyar dolar yatırım sağlamıştır. Azerbaycan’da bulunan 3 bin 400 Türk şirketine karşılık Türkiye’de yaklaşık 2 bin 400 Azerbaycan şirketi faaliyet göstermektedir. Türk şirketleri Azerbaycan’da devletin ihale ettiği projelerin çoğunu üstlenmektedir. Bu projelerin değeri 15 milyar dolardır. Dost ve kardeş iki ülke olan Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ticaret hacmi 2000’li yılların ba­şında 300 milyon dolar civarındayken, 2012 yılında bu rakam on dört kat artarak 4,2 mil­yar dolar seviyesine ulaşmıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi zaman içinde gerilemiş,2017 yılında 2,6 milyar dolar olmuştur. İki ülkenin ekonomik potansiyelinin bu rakamları daha yukarılara taşımaya imkân verecek boyutta olduğu bilinmektedir. Azerbaycan dış ticaretinde temel lokomotif unsur enerjidir. Zengin petrol, doğalgaz ve yer altı kaynaklarına sahip olan Azerbaycan’da bakır, kurşun, demir cevheri, çinko, barit, alüminyum vb. yer altı kaynakları da mevcuttur. İhracatında yüzde 90 payı petrol ve doğal gaz ürünleri yer almaktadır. İthalatının yüzde 80’i mamul ürünlerden oluşmaktadır. Jeopolitik açıdan önemli bir noktada olan ülke Orta Doğu ve Orta Asya ile Ön Asya’nın geçiş noktası üzerinde olup tarihî ipek ticaret yolunun geçiş noktasındadır. Türkiye, Azerbaycan petrol ve doğalgaz rezervlerinin dünya piyasalarına ulaşım projelerinde önemli rol üstlenmiştir. Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol (BTC) ve Bakü-Tiflis-Erzurum (Şahdeniz) Doğalgaz Boru Hatları bu amaca yönelik projelerdir. Şahdeniz’den çıkarılacak gazın 2019 yılından itibaren TANAP ile Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya nakli hedeflenmektedir. Fakat Türkis­tan coğrafyasının önemli ülkesi konumunda­ki Kazakistan’ın DTÖ verilerine göre ticari ilişkilerinde Rusya, Çin ve Ukrayna ilk üç sırayı paylaşırken Türkiye ancak onuncu sıra­da kendisine bir yer bulmuştur. Aynı durum Özbekistan için de geçerlidir, Rusya ve Çin ilk sırada yer alırken Türkiye altıncı sıradadır. Türkiye’nin bugüne kadar bölgeye yönelik olarak açtığı Eximbank kredilerinin toplamı 1 Milyar ABD dolarını geçmiştir. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ticaret hacmi 6,5 milyar ABD doları civarında olup, Türk şirketleri­nin bölgedeki yatırımlarının toplamı 5 milyar ABD dolarını aşmıştır. Türk cumhuriyetlerinde bugün itibarıyla kayıtlı yaklaşık 4 bin Türkiye şirketi faaliyet göstermektedir.

Türk cumhuriyetleriyle 2011 yılında 10,8 milyar dolar olan ticaret hacmimiz, 2012 yılında %10,8 artışla 12 milyar dolara çıkmış­tır. 2012 yılının ilk 5 ayında 4,9 milyar dolar olan hacim, 2013 yılında %9,8 oranında ge­nişleyerek 5,3 milyar dolar olmuştur. 2018 yılı itibarıyla Türkiye Türk cumhuriyetleri ticaret hacmi 10 milyar dolar civarındadır. Kazakistan ve Kırgızistan ile ilişkilerimiz stratejik ortaklık düzeyinde olup, ilişkilerimiz her iki ülkeyle de Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizması çerçevesine oturtulmuştur. Tacikistan’la da İşbirliği Konseyi kurulması kararlaştırılmıştır. Türkmenistan ile pek çok alanda ve özellikle ticari, ekonomik, yatırımlar ve müteahhitlik alanlarında ilişkilerimiz hızla gelişmektedir. Özbekistan’la ilişkilerimizde ise son dönemde büyük bir atılım yaşanmaktadır.

Türkiye, 2012 yılın­da 106 milyon dolarlık düşük faizli kredi ve hibe ile Kırgızistan’ın istikrarı ve ekonomik kalkınmasına katkı sağlamıştır. Üçü yükseköğretim olmak üzere sahip olduğu eğitim ku­rumları ile Türkiye, Kırgızistan’ın geleceğinin yetiştirilmesine de destek olmaktadır. Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerinde Türkiye’nin sadece veren taraf olduğu şeklinde yanlış bir algı mevcuttur. Son dönemde Türk cumhuriyetlerinin Türkiye’deki yatırımlarında da ciddi artış gözlemlenmektedir. Türkiye’nin Kazakistan’daki yatırımları 2,5 milyar dolar civarında iken, Kazakistan’ın da Türkiye’de­ki yatırımları 1,5 milyar dolara ulaşmıştır. BTC petrol boru hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hattı ile gelişen Türkiye-Azer­baycan arasındaki enerji alanındaki iş birliği, Azerbaycan’ın İzmir’de gerçekleştirdiği 5 milyar dolarlık rafineri yatırımı ile devam etmektedir. Azerbaycan’ın yatırımlarını 2023 yılına kadar 20 milyar dolar düzeyine ulaştır­ması hedeflenmektedir. Böylece Azerbaycan, Türkiye’ye doğrudan yatırım yapan ülkeler arasında ilk sıraya yükselecektir.

Türk cumhuriyetleri arasında ekono­mik bütünleşmenin güçlenmesi ve kalıcı hâle gelmesi için insanların, malların ve fikirlerin serbestçe dolaşabildiği bir sınır politikasının kurgulanması en önemli gerekliliktir. İmzala­nacak anlaşmalar ile mallar daha serbest bir şekilde ülkeler arasında gelip gidebilip; in­sanlar pasaporta ve vizeye ihtiyaç duymadan ülkeler arasında seyahat edebilmelidir. Bu amaca yönelik projelerin ve somut politika önceliklerinin hayata geçirilebilmesi için Türk Konseyi’nin bölgesel çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Türk cumhuriyetleri arasında güçlendirilmiş yatırım ilişkileri için iki konu­da projeler üretilmesi daha fazla katma değer yaratacaktır. İlk olarak Türkiye, sahip olduk­ları zengin doğal kaynaklar ile cari fazla ve­ren Türk cumhuriyetleri ile yatırım açığı olan cumhuriyetlerde ortak yatırım projeleri haya­ta geçirilerek bölgesel ekonomik bütünleşme güçlendirilebilir. İkinci olarak ise Türkiye’nin sahip olduğu sanayileşme ve ekonomiyi çeşit­lendirme deneyiminin diğer ülkelere transfe­rine yönelik projeler hayata geçirilebilir. Bu anlamda Türkiye’nin sahip olduğu organize sanayi bölgesi kültürünün sanayisini çeşitlen­dirmek isteyen diğer Türk cumhuriyetleri ile paylaşması için somut adımlar atılabilir. Türk cumhuriyetlerinin bankalarının modernizas­yonu, bilişim teknolojisi altyapılarının kurul­ması, uluslararası bankacılık hizmetlerinin daha da güçlendirilmesi hususunda Türk fi­nans piyasasının deneyimlerinin paylaşılması­na yönelik somut projeler hayata geçirilebilir.

Kardeş cumhuriyetlerin, özellikle de Türkistan cumhuriyetlerinin ticaret hacminin genişlemesi ve dünyayla daha yoğun iletişim içinde olabilmeleri, ulaşım yollarının çoğal­masına bağlıdır. İster enerji rezervleri ister üretim sektörleri ile ilgili olsun, ulaşım hatları ve demir yolları gibi altyapıları daha iyi kullan­mak için bölge devletleri arasında iş birliğinin olması gereklidir. Kırgızistan, Özbekistan ya da Türkmenistan’ın onları birbirine bağ­lamadığı sürece mükemmel demir yolları ol­duğunu söylemek anlamsız olacaktır. Deniz yollarına bağlantılar ve tüm dört taraftaki ül­kelere erişim sadece bölge içinde ulusal ağları birbirine bağlamakla mümkündür. Enerjinin transferinde rol oynayacak, hem de ulusla­rarası ticareti genel olarak kolaylaştıracak ve kardeşlerimizi birbirlerine ve dünyaya bağla­yacak taşımacılık ve gümrük muafiyetleri ko­nusunda yapılanlar, bölgesel ulaşım projeleri de müstakil çalışılması gereken bir konudur. Ekonomik bütünleşme ve gelişmenin önün­de duran en büyük engel ulaşım konusunda­ki eksiklerimizdir. Türk dünyasında mesafe­ler hayli büyüktür ve uygun ulaşım olmazsa ülkelerimiz arasındaki ekonomik bağlar da zayıf kalacaktır. Üye ülkeler arasında kara, deniz ve demir yolu taşımacılığında iş birliğinin arttırılmasının ve bu çerçevede Hazar geçişli çok-modlu taşımacılığın geliştirilmesi gerekmektedir. 2017’nin sonlarında açılan Kars-Tiflis-Bakü tren yolu sadece Türk dünyasını değil, Çin ile İngiltere arasını da raylar ile birbirine bağlayan modern ipek yoludur. Önümüzdeki yıllarda aktif olarak kullanıma geçince hem yük hem yolcu taşımacılığında Türkiye’yi stratejik bir taşıma üssü haline getirecek proje Türk dünyasının her alanda bütünleşmesine hizmet edecektir.

e. Enerji-Su-Tarım

Enerji arz güvenliği her geçen gün daha stratejik bir konu hâline gelirken Avras­ya, küresel enerji arz güvenliği için stratejik bir bölgedir. Türk cumhuriyetleri ile hayata geçirilen enerji nakil hatlarına ilaveten enerji alanında yeni yetkinlikler edinilmelidir. Sahip olunan enerji kaynaklarını geleneksel enerji piyasasının ötesine geçirerek ortak üretim, nakliye ve ticarileştirme projeleri ile katma değerini arttırmak mümkündür. Bölgenin sahip olduğu su kaynaklarının ortak yatırım­larla enerjiye dönüştürülerek bölge ülkelerine arzı önemlidir.

Dünya petrol ve doğal gaz rezervinin önemli bir kısmını içine alan bu coğrafyada Türkiye’nin yapılacak olumlu ve uygulana­bilir yapıdaki her projeye dâhil olması çok önemlidir. Bu kapsamda, TANAP gibi pro­jeler hem enerji arz güvenliğimizi sağlam­laştıracak hem de dışa bağımlılıkta kaynak çeşitliliği sağlayarak Türkiye’nin enerji ihti­yacına olumlu katkılar sağlayacaktır. Gele­cek 30 yıl için tüm dünya 3 temel kaynağın (petrol, doğal gaz, kömür) enerji piyasalarını yönlendireceği gerçeğine uygun planlamalar yapmaktadır. Bugün Orta Doğu ve Orta As­ya’yı da içine alan coğrafyanın dünya enerji rezervinin yaklaşık %65’ine sahip olması, böl­gede huzursuzlukların kapısını aralayabiliyor. Buna karşın; yapılan ve yapılacak olan yeni işbirlikleri, bölgede istikrarın ve huzurun da kapılarını aralayabiliyor. Bu yüzden Türki­ye, Türk dünyası özelinde elindeki imkânları azami ölçüde kullanarak karşılıklı kazan-ka­zan politikasını hedefleyen işbirliklerinin önünü açan çalışmaların içinde yer almaya devam edecektir. Türkiye, izleyeceği siyaset­le 2000’lerin başında olmayı arzuladığı enerji üssü olma hedefini yakalamak adına 2020’ye doğru gidilen süreçte Türk cumhuriyetleriyle olan ilişkilerini tekrar gözden geçirmelidir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken iki hu­sus bulunmaktadır. Bunlardan birincisi enerji siyasetinin uzun soluklu bir stratejiyi gerekli kılmasıdır. Aynı zamanda bu stratejinin başa­rıya ulaşmasında güven tesisi oldukça önem­lidir. Türkiye’nin 1990’larda kurmayı başar­dığı ilişkilerin meyveleri, enerji sektöründe 2000’lerin ortasında alınmaya başlanmıştır. Bu açıdan 2020 sonrası stratejiler oluşturulurken çok gecikmeden Hazar’ın Türkiye enerji siya­setinde nerede duracağına karar verilmelidir. İkinci husus ise Türkiye’nin 1990’larda yü­rüttüğü siyasette tek başına hareket etmediği, aksine Batı ülkeleri ile ittifaklar kurduğunu da göz önünde bulundurarak bölgenin yeni dinamiklerinde tek başına atılacak adımların başarılı olmasının 1990’lara göre daha zor olduğudur. Bölgenin gerçekleri dikkate alı­narak oluşturulacak enerji siyasetinde Türki­ye’nin kapasitesi de göz önünde bulunduru­larak yola beraber devam edebileceği ortak­lıklar tesis etmesi oldukça önemlidir.

Orta Asya’da bölge ülkeleri ve kom­şu ülkeler tarafından paylaşılan 18 sınır aşan nehir bulunmaktadır. Bu nedenle bölge ülke­leri; ulaşım, güvenlik gibi konularda olduğu gibi su kullanımı konusunda da iş birliği için­de olmalıdır. Bölgedeki su kaynakları, hâlen kullanım sorunları nedeniyle ülkeler arasında gerilime neden olmaktadır. Su, 21. yüzyıl­da üzerinde önemli stratejiler geliştirilen bir doğal kaynak olmaya başlamıştır. Bir diğer deyişle bu yüzyıl suyun jeopolitik bir kaynak olarak daha fazla gündeme geleceği bir yüzyıl olacaktır. Türkistan cumhuriyetleri, araların­da birlik oluşturarak âdeta tek bir ülkeymiş gibi, sadece su ve elektrik değil; sahip olduk­ları doğal gaz, petrol ve uranyum gibi bütün tabii kaynaklardan haklarına düşen payı, baş­kalarına bırakmadan kendileri almalı, adil bir paylaşım sağlamalıdırlar. Enerjiye ilaveten, Avrasya’nın verimli topraklarını ve tarım po­tansiyelini modern tarım teknikleri ile küresel ekonomiye kazandırmak mümkündür. Öz­bekistan ve Türkiye organik tarım potansiyeli ile sadece Türk devletlerinin tarım ürünleri ihtiyacını değil, aynı zamanda Çin’den Avru­pa Birliği’ne kadar yayılan geniş bir bölgeyi besleyebilme gücüne sahiptir.

Yazar hakkında

Prof. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ

Prof.Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ, 1963 yılında Giresun’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini memleketinde tamamladı. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 1989’da Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un danışmanlığında hazırladığı Atebetü’l-Hakayık Grameri başlıklı yüksek lisans tezini savunarak “bilim uzmanı” unvanını aldı.

Yorum yazabilirsiniz