ANAYASA DÜKKÂNI TALAN EDİLİYOR
(Ya da; edilebilir mi?)
Anayasalar milletler için temel ve bağlayıcı metinlerdir.
Bağlayıcılığı herhangi bir dayatmadan veya yukarıdan aşağıya doğru çalışan bir emir-komuta zincirinden değil, milletlerin asırlara yayılan kültürlerinden, geleneklerinden ve karakterlerinin mayasından doğar.
Büyük milletler için modern siyasetteki anlamıyla anayasa, milletin yüklendiği kadim kültür mirasının toplumsal ilişkilerin mahiyetini tayin etmesinin bir aracı ve doğal sonucudur.
Öyle de olmalıdır.
Anayasalar geçmişle bugün arasında köprü işlevi görür, geleceğe dair istikamet verir.
En önemlisi de devlet ile toplum arasındaki müşterek kültür birikimi çerçevesinde bir sözleşmeyi, bir yeminleşmeyi temsil etmesidir.
Ezelden ebede uzanan kültür etkeni, milletin asli ruhuna ev sahipliği yapması bakımından paha biçilemez değerdedir.
Tarih boyu Türk Devlet ve Topluluklarında konuşulan, yaşanan, söylenen ve bazen de yazılan “Türk Töresi” bir anlamda Türklerin ebedî anayasası niteliğindedir. (Bakınız: Türk Töresi 33 Buyruk)
Merhum Ziya Gökalp’e göre Türk Töresi eski Türk atalarından kalan bütün kaidelerin toplamıdır.
Zaman değişiyor. Her gün ve her an tarih yine, yeniden yazılıyor. Bununla birlikte elbette milletlerin kültürlerinde de güncellemeler meydana geliyor. Ancak korunan ve asırlar içinde kültür etkeninin atan kalbi olarak ruh, -ki burada artık bir millî ruhtan söz edebiliriz- baki kalıyor.
Anayasalar işte bu ruhun tarihin farklı dönemlerinde serbest bıraktığı enerjinin yazıya döküldüğü metinlerdir.
Konuyu siyaset bilimi disiplini anlamında değerlendirecek olursak, görürüz ki anayasalar çoğunlukla büyük savaşların veya büyük devrimlerin, her koşulda büyük enerji boşalımlarının ardından kaleme alınmıştır.
Bu anlamda anayasa, çalkantılı süreçlerin sonrasında yeni düzenin kurulmasını ve tahkimini sağlayıcı bir siyasi enstrümandır aynı zamanda.
Büyük milletlerin tecrübesi gösteriyor ki, her yeni anayasa, bağrında ister yerel isterse de evrensel bir çağrı bulundursun, aslında bir anlamda tümü bir büyük kavga ve mücadeleden süzülerek hayat bulmuştur.
1215’te Magna Carta, 1787’de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Anayasası, 1789’da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 1848’de İsviçre Federal Anayasası, 1924 Sovyet Anayasası vb. örneklerin hepsi; -ki bunların sayısını artırmak ve yakın döneme kadar getirmek mümkündür- kitlesel bir ölme ve öldürme silsilesinin sonucudur.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1924 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) da ancak geçtiğimiz 19 Mayıs’ta 102’nci başlangıç yıldönümünü idrak ettiğimiz İstiklal Harbi’mizin sonucunda somutlaşabilmiştir.
Anayasalar değiştirilemezler mi?
Hiç şüphesiz anayasalar şartlara ve ihtiyaçlara göre onarılabilir.
Ancak anayasaların her 3-5-10 veya 20 yılda bir sil baştan değiştirilmesi veya değiştirilmek istenilmesi hadisesi hem dünyada eşine az rastlanır bir durumdur hem de son derece sakıncalıdır.
Ne üzücüdür ki Türkiye bu konuda literatürde istisnalar arasındadır ve anlaşılan odur ki bu “kazanılmış” vasfından kolay kolay kurtulmaya da hevesli değildir.
Savaşlardan ve devrimlerden sonra anayasa yazmak nispeten kolay bir iştir zira içinde bulunulan durum alabildiğine şeffaftır, berraktır. İktidar genelde toplumun ezici bir çoğunluğunun rızasını elde etmiştir ve çelişkiler bütünüyle olmasa bile ileri derecelerde çözümlenmiştir.
Ne var ki demokratik düzenlerde kurucu, bağlayıcı ve herkesçe paylaşılan bir müşterek “yeminleşme” metnini toplumsal zeminde inşa etmek oldukça zordur.
Zordur çünkü hem arzu edilen en geniş mutabakatı yakalamak ve milleti teşkil eden kitleden kimseyi dışarıda bırakmamak hem de kendi iktidarı doğrultusunda belli bir siyasi amaç gütmek, dahası bunları eşzamanlı yapmak eşsiz bir esneklik ve olgunluk ister.
Oysa Türkiye’de faaliyet gösteren hemen hemen her siyasi partinin seçim vaatleri arasında mutlaka bir “yeni anayasa” sözü vardır.
Bu eskiden de böyleydi, günümüzde de böyledir.
Öyle ki bugün Türkiye’nin gündeminde yine “yeni anayasa” mevzuu belirmiştir.
Özellikle 1982 Anayasası etrafında yoğunlaşan ve başta “Kenan Evren” ismi ile 12 Eylül askerî darbesi perspektifinden ele alınan tartışmalar Türkiye’nin yakın tarihine önemli ölçüde damgasını vurmuştur, vurmaya da devam etmektedir.
Peki ama adına “1982 Anayasası” denilen anayasadan -ki bu anayasanın halk oylamasında yüzde 92’ye yakın bir oranla kabul edildiği de bilinmektedir- geriye ne kaldı? Daha doğrusu herhangi bir şey kaldı mı?
“Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” ilk 4 madde dışında 1982 Anayasasının çok büyük bir kısmı bugün zaten değişmiş vaziyettedir.
Buna rağmen; yeni bir anayasa yapılabilir mi?
Ve yapılırsa kim tarafından, nasıl ve niçin yapılır?
2021 yılında anayasa konusunda cevaplanmaya muhtaç sorular işte bunlardır.
Belki de soruya bir kez tersten bakmak gerekiyor.
Toplumun tümünün kendini mensup hissedeceği ve “Evet ben birey olarak bunun içinde varım” diyebileceği yeni bir anayasayı hazırlamak;
- yüzyılda kalıcı ve toplumu onlarca yıl taşıyabilecek ve yönlendirecek bir anayasayı hazırlamak; ne mazilerinde maluliyet bulunan hukuk adamlarının işidir, ne de meclisin herhangi bir döneminde herhangi bir partiden meclise girmiş, hukuk okumuş ve/veya diploması olanların ve/veya bir sonraki dönem “Acaba bana da bir yerden fırsat doğar mı?” ümidindeki üniversite kadrolarının işi değildir. Bu hiçbir şekilde bu şahısların hakkı da haddi de değildir.
Bu yazılanlara kimsenin alınganlık göstermemesi gerekir. Tabii ki yukarıda tasnif ettiklerim de dâhil toplumun bütün kesimleri velhasıl herkes Anayasa ile alakalı fikirlerini zikredecektir. Ancak tarihî perspektifi ve insan gerçeğini göz ardı eden çaba ve çalışmalar göstermiştir ki bu tarz yaklaşımlar çözümleyici olmaktan çok zorlaştırıcıdır ve meseleyi karmaşık hale getirmektedir.
Burada işaret etmek istediğim, anayasanın diğer kanunlardan farklı olarak toplumun tümünü ilgilendirdiği ve bağlayıcı olduğu gerçeğidir.
Öncelikle bir gerçeğin altını çizelim:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1923’te ilân edilmiştir ve 98 yıldır hâlâ dimdik ayaktadır.
Devletimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ve kurucu meclisimiz tarafından kadim Türk devletlerinin çizgisinde, milletimizin kültürel varlığının ihtiva ettiği tarihî devamlılık şuuruyla ve her zerresi millî ruha bulanarak kurulmuştur.
Başka bir deyişle ifade edecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti esasen 2000 yıllık Türk Töresi’ne göre ve bu töreyle tam bir ahenk içinde kurulmuştur.
Bugünkü devletimiz, İstiklal Harbi sırasında ve sonunda Atatürk’ün manevi şahsında tecelli eden köklü Türk milleti iradesinin yaşayışının adıdır.
Devletin kimliği millet ahdiyle bu şekilde resmedilince, anayasa bahsine giriş de kolaylaşıyor.
Demek oluyor ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Atatürk’ün önderliğinde kuran Türk milletinin yaslanacağı birbiriyle mutlak anlamda kaynaşmış iki sütun var: Türk Töresi ve Cumhuriyetin kuruluş felsefesi (kurucu irade).
Türk Töresi 2000 yaşındadır; çağlar aşmış ve meşruiyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Merhum Atatürk ise “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyerek gayeyi işaret etmiştir.
Yeni bir anayasa daha doğru tabir ile anayasanın yenilenmesi ve güncellenmesi nasıl yapılır?
- yüzyılın ilk çeyreğinde; 2021 Türkiye’sinde yeni bir anayasa yazılacaksa şayet;
(Anayasamızın yenilenmesi ve güncellenmesi yapılacaksa manasında) aşağıdaki hususlara mutlaka dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim.
- Anayasalar bütün toplumlarda âdeta insan derisi üzerine yazılmış metinler gibidir.
- Anayasalar yazılı olabileceği gibi yazısız da olabilir.
- Modern anayasalar insan hak ve hürriyetlerini güvence altına almaya yöneliktir.
- Bu kapsamda, yeni bir anayasa ihtiyacı doğmuş olması kabul edildiği takdirde ikili bir ayırım yapılmalıdır:
- Ülke içinde bireyi esas alan vatandaşlık temelli,
- Ülke dışında ise Türk ve Müslüman coğrafyası dikkate alınarak,
gerekçelerin ve müelliflerin doğru tespiti ile başlanacak olan bu çalışma yalnızca önümüzdeki 100 yıl için bir metin değil, millet olarak derimize nakşedilecek ve geçerliliği ancak kıyamet gününde biz millet olarak öldüğümüzde son bulma iddiasını taşıyacak gerçek anlamda kuşatıcı, genel ve sade bir anayasa metni olmalıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise;
1876 Osmanlı anayasası, 1921, 1924, 1961 ve nihayet 1982 tarihli anayasalarımızdan elde ettiğimiz önemli kazanımların kaybedilmemesidir.
Bilindiği üzere bizde modern anayasa çalışmaları batı ile eş zamanlı başlamış ve bugüne kadar da uygulamalar ve aksaklıklar ile şekillenmiştir. Buna dikkat edilmez ise işte o zaman başlıkta değindiğimiz Anayasa dükkânı talan ediliyor duygusu yaygın olarak hissedilecektir.
Yenilenecek anayasanın ruhu ve tarihî perspektifi:
Orhun anıtlarından bu yana gerek yazılı gerekse sözlü olarak kaydedilen muazzam bir töre anlayışımız ve bu anlayışla şekillenen derin bir ulusal kavrayışımız var.
Ak etin karadan, karanın kızıldan, kızılın sarıdan farkının olmadığını mühürleyen, kimsenin töreden üstün olamayacağını tescilleyen, ırza musallat olanların canından olacağını belgeleyen ve baş kaldıranın başının alınacağını, hak isteyenin ise hakkının verileceğini beyan eden bir anayasa eskir mi hiç?
Gereksiz yere ağaç kesenin veya suyu kirletenin üzerine gitmeyi öngören, bilene danışmayı öğütleyen, haksız iş tutanlardan hesap sorulacağını müjdeleyen ve mazluma merhamet edileceğini bildiren bir anayasa değiştirilir mi hiç?
Keza bir çobanı sürüsünden, bir eri ailesinden ve bir yöneticiyi toplumdan sorumlu tutan, aman dileyene silah doğrultmayı yasaklayan ve komşusunu gözetmeyi teşvik eden bir anayasa partizanlığa kurban verilir mi hiç?
Can ve mülkiyet emniyeti, bireysel hak ve özgürlükler, sorumluluklar, adalet, siyaset etiği, çevre ve hayvan hakları, iç düzende barış ve huzur, sosyal devlet vb. günümüzde “muasır medeniyet” normuna dönüşmüş temaların tamamına yakını 2000 yıllık Türk Töresi’nde vardır.
Rahmetli Atatürk bize; Modern Türkiye’nin kuruluş safhasında Türk Töresi’nin modern anlamda nasıl devletleşeceğinin, nasıl yasalaşacağının ve fiiliyata nasıl aktarılacağının dolu bir öğretisini vermiştir.
Bu anlamda 1923-1938 yılları arasındaki Kemalizm ve sonraki tarihlerde merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’in liderliğindeki Türk milliyetçiliği, geçmişi yüzyıllara dayanan davayı ilerletme metodolojisiyle hareket etmişlerdir.
Hâlbuki bugün 2000 yıl önce atalarımızın koyduğu ölçütleri tahayyüle bile muvaffak olamayan, günlük siyasete sıkıştırılmış anayasa tartışmalarıyla karşılaşabiliyoruz.
Türk siyaset kurumu 2023 yılında yani Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında yeni bir anayasayı dokumak istiyorsa eğer, kültür kökü ve siyasi felsefesiyle birlikte Türk milletinin kurucu kodlarını ihya etmekten başka bir çaresi bulunmamaktadır.
İstenilirse, böylesi bir anayasa 35-40 maddeyle bile sınırlı tutulabilir ve milletin ihtiyaç ve özlemlerine bir bütün şeklinde cevap sunabilir.
Korkarım ki bu seçeneğin dışındaki diğer bütün anayasa yazma ve kabul ettirme teşebbüsleri akim kalacak, akabinde “yeni anayasa” talepleriyle bu kısır döngü ilanihaye sürecek ve milletimiz kıymetli vaktinden kaybedecektir.
Anayasa milletçe giydiğimiz, çıkardığımız ve canımız sıkılınca değiştirebildiğimiz, çöpe attığımız yahut bağışladığımız bir elbise değildir, bizzat derimizde taşıdığımız ve derimize kazınan bir olgudur.
Dileyenin; kafasına her estiğinde Anayasa dükkânını talan etmesinin önüne geçmeli ve bu soruna kalıcı bir çare getirmeliyiz.
Umudum odur ki, Türk siyaset kurumu önümüzdeki süreçte kendisine yakışanı yapar ve elini taşın altına koyup Türk milletine hak ettiği itibardaki böylesi bir anayasayı hediye eder.
Hatırlatma:
TÜRK TÖRESİ
-
- Tengri (yaratan) Tektir.
- Her kim ki Tengri’den kut almak dilerse, başkasına yakarmasın.
- Bir İl, bir Kağan, bir Tengri
- Bir kına iki kılıç girmez. Bir hatun iki er alamaz ve bir budunda iki töre olmaz. Töre tektir. Töre kesin ve keskindir. Kim ki töreye uya kutlanır. Kim ki töreye kıya, katlanır
- Kimse töreden üstün değildir. Dirlik ve birlik için töre budur.
- Bir çoban sürüsünden, bir er ailesinden, bir Kağan budunundan sorulur.
- Her er eşine, atına, pusatına sahip çıkacak.
- Ana babaya ve ataya tazim durulacak.
- Hısımına sarılacak, komşusunu gözetecek.
- Er kişi yalan söylemeyecek.
- Mal çalan, mülk çalan misliyle ödeyecek. Hesabı ya malıyla ya canıyla sorulacak.
- Kim ki bir ırza musallat olursa, canından olacak.
- Her kim olursa olsun haksız, aldatıcı iş tutarsa hesabı hemen sorulacak.
- Cenkten beri duran ya da kaçan tamuya (cehenneme) uçacak.
- Aman dileyene kılıç üşürülmeyecek, sığınana arka dönülmeyecek.
- Baş kaldıranın başı alınacak, hak isteyenin hakkı verilecek
- Kimse kimseye üstünlük taslamayacak.
- Ne ak etin karadan, ne karanın kızıldan, ne kızılın sarıdan farkı olmayacak.
- Kin ve gururdan uzak olunacak.
- Mazluma merhamet, zalime azap duyulacak.
- Zayıfa, yaralıya, çocuğa ve kadına el kaldırılmayacak.
- Kızı isteyen kağan da olsa, bey de olsa kız istediğine verilecek.
- Gereksiz yere ağaç kesmeyeceksin, suyu kirletmeyeceksin.
- Bilmeyip de bildim demeyeceksin, bilene danışacaksın.
- Bugünün işini yarına bırakmayacaksın.
- Kusur görmeyecek, kusur aramayacaksın.
- Güçlüyken affet, zayıfken sabret.
- Yazgına asi olma.
- Yaptığın iyiliği unut, yapılan iyiliği unutma.
- Herkes adaletle iş görecek.
- Her ne edersen et, yargılanacağını her daim akılda tut.
- Milletine yaban kalma. İpeğin iyisine, sözün güzeline kanma, onlara boyanma.
- Kağan odur ki adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa İl yok olur. İl olmazsa budun kul olur.
- Ey Türk Oğuz beyleri, ey milletim işitin !!!
“Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir”
Günümüzde Türk’ün kadim töresi hakkında Bilge Kağan, Kültigin ve Tonyukuk adına sırasıyla 735, 732 ve 716 yıllarında dikilen yazıtlar olan Orhun Yazıtları’nın çözümü ve sözlü kültürle yapılan aktarımlar sayesinde bilgi edinebilmekteyiz.
Not: Bilindiği üzere Türk Töresi tarihin imbiğinden süzülerek gelmiş ve aslında yazılı değildir. Yukarıda hatırlatılan 33 madde farklı kaynaklardan derlenmiş en bilinen sözlerdir.
Yıldırım Tuğrul TÜRKEŞ
Vakıf Başkanı
Yorum yazabilirsiniz