Kıbrıs
1571 yılında Osmanlı Devleti döneminde Türkler tarafından fethedilen Kıbrıs adası 1877 yılında İngiltere’yle yapılan bir anlaşmayla geçici olarak İngiltere’nin himayesine belli bir süre için tahsis edilmiştir. İngiltere Anlaşmanın hükümlerine daha sonra uymamıştır, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının da bir sonucu olarak, İngiltere 1914’te tek taraflı bir kararla adayı ilhak etmiştir. Türkiye Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşmasıyla 1923’te tanımıştır. Lozan Antlaşmasının 16. Maddesi ile Türkiye’nin; Ege Denizi’ndeki diğer adalar ile beraber Kıbrıs Adası üzerinde söz hakkına sahip olduğu ve bu konuda imzalanmış antlaşmaları bulunduğu tezi üzerinde durulmuştur. İngiltere, Kıbrıs Adası üzerindeki egemenlik haklarından herhangi bir şekilde vazgeçerse, “Ada’nın kaderi Türkiye’nin de içinde bulunduğu taraflarca belirlenecektir” şeklinde hükmüne rağmen, Lozan Antlaşması’nın 20. Maddesi ile Kıbrıs’ın İngiliz adası olduğu hükme bağlanmıştır.
İngiltere’nin teşvik ve çabalarıyla adaya Yunanistan’dan Rum nüfus aktarılmış, ekonomik ve ticarî açıdan güçlü bir Rum topluluğu oluşturulmuştur. Rumlar, adanın İngilizler tarafından alınmasını, gelecekte bir gün Yunanistan’a ilhak olunmanın başlangıcı olarak görmüşler, 1930’lu yıllardan itibaren çıkardıkları isyanlar ile adada yaşayan Türk halkını taciz ederek ezmeye, yok etmeye çalışmışlardır.
18. yüzyıl başlarına kadar Kıbrıs’taki Türklerin sayısı ve işledikleri topraklar Rumlardan fazla olmuştur. İki taraf arasında sosyal ve kültürel yaşam hep farklı kalmış, Türkler ve Rumlar iki ayrı dinî ve etnik topluluk olarak kendilerini korumuşlardır.
Rumların saldırgan davranışları, Türkiye’nin kararlı karşısında başarılı olamamış ve Yunanistan, Türkiye ile anlaşma masasına oturmak zorunda kalmıştır. Zamanın Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ve Yunan Başbakanı Karamanlis 11 ve 19 Şubat 1959 tarihlerinde Zürich ve Londra’da imzaladıkları antlaşmalar ile Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Bu tarihî antlaşma ile Türkiye, Garanti ve ittifak antlaşmalarını imzalayarak, Kıbrıs’ın herhangi bir dönemde bir düşman toprağı haline dönüşmesine engel olabilecek fiili garantörlük hakkını kazanmıştır. 15-16 Ağustos 1960 tarihinde iki toplumlu bir Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ise de, her hal ve şartta Türkleri imha plânları ve devleti yıkma gayreti içine düşen Rumlar durdurulamamıştır. Türk toplumu üzerinde zulüm ve katliamlar çok büyük boyutlarda devam etmiştir.
15 Temmuz 1974 tarihinde EOKA lideri Nikos Sampson, darbeyle iktidarı kısa süreyle ele geçirmiştir. Kıbrıs’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne kasteden bu hareket karşısında Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması çerçevesinde, önce İngiltere’ye ortak müdahale teklifinde bulunmuş, İngiltere’nin olumsuz cevap vermesi üzerine, Ada’daki Türklerin güvenliğini de dikkate alarak 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs Barış Harekâtı’na başlamıştır. Harekâtın sonucu olarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı önlenmiş, Kıbrıs Türk halkının varlığı da güvence altına alınmıştır.
20 Temmuz 1974 tarihinden sonra, Türk yönetimi yeni sınırlar içinde kendi düzenini oluşturmaya başlamış ve 13 Şubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Türk Federe Devleti”ni kurmuştur. KTFD’nin ilanının ardından BM Güvenlik Konseyi BM Genel Sekreterine iyi niyet görevi veren 367 sayılı kararı kabul etmiştir. Bugüne kadar devam eden çözüm çabalarına Genel Sekreter bu çerçevede yardımcı olmaya çalışmıştır. İyi niyet görevi, arabuluculuk ve hakemlikten çok daha sınırlı bir çerçeve oluşturmakta, tarafların müzakere etmelerini sağlamayı ve görüşmelerini kolaylaştırmayı amaçlamaktadır. 2 Ağustos 1975’te Viyana’da BM gözetiminde Sayın Denktaş ile Klerides arasında bir nüfus mübadele anlaşmasına varılmış ve bu BM Barış Gücü aracılığı ile uygulanmıştır.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin uzlaşmaktan uzak, adadaki Türk varlığını yok sayan tavrı karşısında 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk halkının “self-determinasyon” (kendi kaderini tayin etme) hakkına dayanılarak ve siyasi eşitliği vurgulanarak ilan edilmiştir. Bu yola gidilirken federasyon tezi muhafaza edilmiş ve Rum tarafına barış ve çözüm çağrısında bulunulmuştur.
Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları 1990 yılından itibaren tekrar yoğunlaşmıştır. Bu çabaların sonucunda Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının da aktif katkılarıyla BM Genel Sekreteri Butros Gali, “Fikirler Dizisi” adını taşıyan ve gayrı resmi nitelikte olan bir anlaşma çerçevesi taslağı oluşturmuş ve bunu taraflara iletmiştir. Müzakereler 1993 Mayıs ayından itibaren, BM Genel Sekreteri’nin önerdiği Güven Artırıcı Önlemler (GAÖ) paketi üzerine odaklanmıştır. 1997 yılından itibaren liderlerin yüz yüze yaptıkları ikili görüşmelerden de sorunun çözümüne yönelik netice alınamamıştır. Aracılı görüşmeler dönemi de sonuç vermemiş, dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan ve müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’nde referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir. Sonuçta, Rum toplumunun planı reddetmesiyle, BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir.
Referandumlar sonucunda Ada’da yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Referandumun ardından başta BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar ile ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerden Kıbrıs Türk tarafının tutumunu destekleyen ve onlara uygulanan izolasyonun artık devam edemeyeceğini vurgulayan açıklamalar gelmiştir. Ancak pratikte bakıldığında Kıbrıs Türk tarafına yönelik izolasyonun hala devam ettiği görülmektedir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 300 binlik nüfusuna karşı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde 800.000’in üzerinde Rum yaşamaktadır. Güneyde 100 binden fazla yabancı nüfusun bulunduğu da bilinmektedir. Kıbrıs’ta ayrıca Ermeni, Maruni ve Latin dinî grupları bulunmaktadır. Kıbrıs Adası Türkiye’ye 71 km, Yunanistan’a ise 900 km. uzaklıktadır. Adanın toplam yüzölçümü 9251 km2, KKTC yüzölçümü adanın %35,04’üne tekabül eden 3241 km2, GKRY yüzölçümü 5509 km2 (%59,56), İngiliz üslerinin yüzölçümü ise 256,01 km2’dir. Ara bölge ise 244,04 km2’lik bir sahayı kaplamaktadır. Adanın üçte birini temsil eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınmazken, üçte ikisine hakim olan Güney Kıbrıs Cumhuriyeti BM tarafından tanınmaktadır. İki toplumu birbirinden ayıran sınırların arasında BM tarafından korunan tampon bölge “Yeşil Hat” bulunmaktadır. Kıbrıs ekonomisi büyük ölçüde tarım, turizm, hizmet sektörü ve hafif üretime dayalıdır. Kuzey Kıbrıs Türk kesimindeki çok sayıdaki üniversite Türkiye ve bölge ülkelerinden çok sayıda öğrenciyi adaya çekmiştir.
Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf Denktaş, 1975-2005 yılları arasında 30 yıl kesintisiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştır. Hayatı boyunca Kıbrıs Türklüğü için çalışan Denktaş Türkiye ile uyum içinde Kıbrıs’ta Türk halkının haklarını korumuştur. Kıbrıs Türk halkını yok etmeye yönelik bazı planları kabul etmeyip bozduğu için çoğu zaman uzlaşmaz biri olarak takdim edilse de o hayatını Kıbrıs’a ve Türklüğe adamış birisidir. Annan Planına karşı çıkarak 2005 yılındaki seçimlerde Cumhurbaşkanlığına aday olmamıştır. Denktaş’ın ardından Cumhurbaşkanı seçilen Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı Denktaş çizgisinden çok uzakta politikalar izlemişlerdir. İki lider de Türkiye’nin Kıbrıs’ta belirleyici politik ve askeri gücünü istemediklerini açıktan söylemekten çekinmemişlerdir. Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye ile uyumlu politikalar oluşturulsa da sorunun çözümünde netice alınamamıştır.
Doğu Akdeniz’de Kıbrıs açıklarında son yıllarda ortaya çıkarılan zengin enerji kaynakları Güney Kıbrıs Rum Yönetimini sanki adanın tek sahibiymiş gibi sorumsuz davranmaya itmiş, sözde münhasır ekonomik olarak ifade edilen bölgelerde bazı enerji şirketleri ile hidrokarbon kaynaklarının araştırılması antlaşmalarını imzalamıştır. Uluslararası hukuku hiçe sayan bu tutum Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklı tepkilerine neden olmuştur. Rum kesiminin bu tavrı karşısında Türkiye de bölgede petrol arama gemileriyle sondaj çalışmalarına başlamıştır. Bölgedeki zengin hidrokarbon kaynakları kısa vadede taraflar arasında gerilime neden olsa da uzun vadeli bakıldığında Kıbrıs sorununun çözümünde anahtar rolü de oynayabilir.
Kıbrıs adası bulunduğu konum itibarıyla çok stratejik bir yerdedir. Akdeniz ve Orta Doğu’nun kontrolünü elinde bulundurmak isteyen süper ve bölgesel güçlerin çıkar çatışmalarının merkezinde yer alan Kıbrıs Türkiye’nin güvenliği noktasında da önemli ada devletidir. Son dönemde ortaya çıkan enerji kaynaklarına gözünü diken küresel güçler ve onların yerli işbirlikçileri bölgenin istikrarsızlığından medet ummaktadır. Kıbrıs adası Türkiye’nin Akdeniz’e açılan kapısı üzerindedir.
Kıbrıs konusunda Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Lozan, Londra ve Zürich Antlaşmaları, Ege ve Akdeniz’de kurulan uluslararası siyasi dengenin korunması açısından önem arz etmektedir. Bu dengenin bozulması halinde Türkiye’nin Kıbrıs’ta garantörlük hakkını her zaman kullanacağı unutulmamalıdır.
Son on yıl içerisinde dünyada gelişen olaylar; Türkiye’nin güneyinin, Orta Doğu ve Irak petrollerinin ve enerji hatlarının denize ulaştığı bölge olması sebebi ile ekonomik ve ticarî yönden korunması ve güvenlik altına alınması gerektiğini bir defa daha ortaya çıkarmıştır. Türk cumhuriyetleri ve Orta Doğu petrollerinin ve doğalgazının, Türkiye üzerinden boru hatları ile Akdeniz’e taşınması hem Avrupa ülkeleri hem de Asya ülkeleri açısından çok büyük önem arz etmektedir. “Doğu Batı Enerji Koridoru” kapsamında geliştirilen doğalgaz ve petrol boru hatları projeleri Türkiye’nin jeostratejik önemini açıkça ortaya koymuştur. Bu durum KKTC’nin bir lojistik üs olması açısından önemini bir kez daha göstermiştir.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanına giden süreçte, Kıbrıslı Türklerin adanın ortak sahibi iki eşit toplumdan birisi olduğu ve kendi kaderini tayin hakkı bulunduğu tescil edilmiştir. Bu gerçeğe rağmen, Kıbrıs sorununun esasını Kıbrıs Rumlarının Kıbrıslı Türklerin eşitliğini ve ada üzerinde kendileri kadar hak sahibi olduklarını hazmedememeleri oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki, 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin silah zoruyla eşit ortağı oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tüm organlarından dışlanmalarıyla başlayan sorun yarım asırdır bir çözüme kavuşturulamamıştır. 50 yıldır süregelen adada kalıcı, adil ve kapsamlı bir anlaşma sağlanması amacıyla yürütülen müzakerelerde Kıbrıs Rum tarafı samimi olmamış, tüm ada üzerinde tek başına hakimiyet öngören bir anlayışla Kıbrıslı Türklerle eşitlik temelinde bir uzlaşıdan kaçınmıştır. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin uluslar arası alanda yapmış olduğu propagandaların etkisi ile bütün dünya ülkeleri Türk toplumuna ambargo ve izolasyon uygulamaktadır. Bu uygulanan insanlık dışı düzen, Türkiye Cumhuriyeti’nin 82 milyonluk nüfusu ile 300 bin soydaşına sahip çıkmasını engelleyememiştir. Nitekim Türkiye’ye 71 km, Suriye’ye 98 km, Mısır’a 384 km, Yunanistan’a 900 km ve nihayet İngiltere’ye 3000 km uzaklıkta olan ata mirası bu vatan toprağı ve Müslüman Türk Toplumu üzerinde oynanan çirkin çıkar oyunları karşısında, Türkiye Cumhuriyeti, ecdat yadigârı vatan toprağı üzerinde kurulmuş bulunan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin her zaman yanında bulunmuş, Kıbrıs’ı “yavru vatan” olarak görmüştür.
Yorum yazabilirsiniz