İran – Orta Doğu

Orta Doğu’da yoğun bir Türk nüfu­su yaşamaktadır. İran, Türkiye’nin ardından en fazla Türk’ün yaşadığı bir ülkedir. Tarih boyunca Türklerin yönettiği bir ülke olan İran’da yaşayan Türkler (Türkmenler hariç) Şia anlayışını benimsemişler­dir. 80 milyonluk ülke nüfusunun yüzde kırklık bölümünü oluşturan Türklerin sayısı 35 milyon civarındadır.

Ülkenin resmî dili olan Farsça karşısın­da Türkçenin hemen bütün yörelerde dilsel gerileme içinde olduğu ses, şekil, sözdizimi ve kelime hazinesi bakımından Farslaşmaya başladığı gözden uzak tutulmamalıdır. Yoğun bir Türk nüfusunun yaşadığı Tebriz şehrinde Farsça tesirinin yöre ağzındaki etkileri bir hayli fazladır. Resmî dilin sıkış­tırması sonucu İran’da Horasan, Halacistan gibi bölgelerde Türkçenin tamamen ortadan kalkacağı öngörülmektedir.

Nüfusunun yarısından fazlası Fars ol­mayan etnik gruplardan oluşan İran’da kültü­rel kimlik ve anadil haklarını savunan Türkler “Pan-Türkizm yayılmacılığı yaparak ülke gü­venliğine karşı eylemlerde bulunmak” suçla­malarıyla karşılaşmaktadırlar. Ülkede Farsça olmayan dillerin kullanımına büyük zorluk­lar çıkarılmaktadır. Kültürel hakları savunan çok sayıda Türk aydını, gazeteci, yazar İran hapishanelerinde çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Küreselleşen dünyada İran’ın daha açık politikalar izlemesi Türk topluluklarını da gelecekte rahatlatacaktır. Son yıllarda İran’da özellikle Azerbaycan Türklüğü arasında görülen etnik uyanış ve bilinçlenmenin gelecekte Türk dünyasının sınırları başta olmak üzere yapısında önemli değişimlere yol açacağı söylenebilir.

Suriye’de devletin azınlık nüfusuna dair herhangi bir resmî açıklaması olmama­sına rağmen çeşitli çalışmalarda Suriye’de yaşayan Türkmenler, ülke nüfusu içinde % 2 ila % 7’ye varan bir oranda gösterilmiştir. Bu oranlar dikkate alındığında Suriye’de yaşayan Türkmenlerin nüfusu 500 bin ila 1,5 milyon arasında hesap edilir. Ancak yörede yaşayan Türkmenler ülkedeki Türk nüfusunun 3,5 milyon olduğunu ifade ederler. Bu nüfusun 1,5 milyonu Türkçeyi bilmekte, 2 milyonu ise unutmuş durumdadır. İleride Suriye’nin siya­si sınırlarının değişmesi durumunda Kürtler ve Türkmenlerin birlikte yönetebilecekleri bölgelerin oluşturulması için gerekli hazırlık­ların ve planlamaların yapılması gerekir. Tür­kiye ne yazık ki bölgedeki gelişmelere aktif olarak müdahalede bulunamamaktadır. Hâl­buki Kürt ve Türk nüfusu önemli bir stratejik araç olarak orta yerde durmaktadır. Ancak Suriye Kürtleri Türklerle ortak hareket etme yerine ABD ve Rusya başta olmak üzere küresel aktörlerin oyuncağı haline getirilmeye zorlanmaktadır. Türkiye’nin Fırat’ın her iki tarafında da Kürt devleti kurulmasına izin vermeyecek olması ve bunu yaptığı sınır ötesi operasyonlarla göstermesi yöre insanını Türkiye’ye yakınlaştırmıştır. Türkiye aynı zamanda bir Orta Doğu devletidir. Selçuklu ve Osmanlı Devleti idaresinde 20. Yüzyıla kadar Orta Doğu bölgesi Türkler tarafından yönetilmiş, Türkler, Kürtler ve Araplar başta olmak üzere çok farklı halklar yan yana barış içinde yaşamışlardır. Bölgedeki enerji kaynakları emperyalist güçlerin iştahını kabartmış, bölgeyi sömürmek için istikrarsızlık politikaları sahnelenmiştir. Halklar arasındaki tarihsel dostluk ve işbirliği zemini oluşturulduğunda bölge yeniden istikrara kavuşacaktır. Türkiye’ye bu imkanı sunan yumuşak güç alanları bölgede dil, tarih, kültür ve dinî ortaklıklar şeklinde vardır.

Irak Türkleri bir yandan Arapların bir yandan da Kürtlerin baskısı altında varlık mücadelesi vermektedir. Özellikle Kerkük şehrinin Kürt sınırları içerisinde gösterilme­si ve şehre çok sayıda Kürt’ün yerleştirilme­si Türkmenleri huzursuz etmektedir. Bazı Türkmen yerleşimlerine mezhep farklılığın­dan dolayı baskınlar düzenlenmesi ve sürekli can kayıplarının olması güvenlik sorunlarını öncelemektedir. Irak Türklerinin bir kısmı­nın Kuzey Irak Kürt Bölgesinde Kürtlerle iç içe dostane bir şekilde yaşamaları ilerde oluşması muhtemel bölgesel Kürt-Türkmen birlikteliğinin nişaneleri olarak da görülebilir.

Son yıllarda Irak Kürdistan Özerk Böl­gesi sınırları içinde çok zengin petrol rezerv­leri bulunmuştur. Bölgedeki petrol rezervinin 45 milyar varil, doğal gazın ise altı trilyon metreküp olduğu ifade edilmektedir. 2015’te günde bir milyon, 2020’de ise iki milyon va­ril petrol üretilmesi planlanıyor. Dünyanın sayılı enerji şirketleri bu kaynaktan pay ka­pabilmek için müthiş bir yarışa girdiler. Aynı zamanda ABD ve Türkiye de bu yeni petrol alanlarını kontrol altında tutmak için bölge­sel yönetimle ilişkileri geliştirdiler. Türkiye 2012 Mayısında günde bir milyon varil petrol taşıyacak bir boru hattı için Barzani yöneti­mi ile anlaşma imzaladı. Anlaşma uyarınca 2013 Ağustosunda bitirilmesi gereken hattın Kerkük-Yumurtalık Hattı’na bağlanması da öngörülmekteydi. Ancak söz konusu hattın belirlenen tarihte yetiştirilemeyeceği, bir sene sonra 2014’te bitirileceği açıklanmıştır. Irak merkezî hükümetinin şiddetli muhalefeti ne­deniyle ilişkileri kopma noktasına götürmesi­ne rağmen Türkiye, Barzani yönetimiyle bu enerji anlaşmasını imzalamıştır. Türkiye için petrol çok önemlidir. Çünkü ithal ürünleri içinde en fazla para petrole ödenmektedir. Türkiye daha önceki yıllarda Irak’ta ayrı bir Kürt devletine kendi sınırları içindeki Kürt­ler de dâhil olur düşüncesiyle şiddetle karşı çıksa da, şimdilerde Kuzey Irak’ta bölgesel Kürt yönetimiyle ilişkileri geliştirme çabasındadır. Kendi sınırla­rı içinde yaşayan Kürtlerde ayrılıkçı düşünce­leri artırma ihtimali olsa da Türkiye Irak’tan kopacak bir Kürt devletinin yaşayabilmesini, ayakta kalabilmesini Türkiye’siz yapamayaca­ğını öngörmüş olmalıdır. Türkiye’nin 2023, 2071 hedefleri vardır ve bu büyük hedefler için enerjiye ihtiyaç duymaktadır. Muhtaç olunan enerji de bağımsızlığa giden bölgesel Irak Kürt yönetiminde bulunmaktadır. Kendi yörüngesinde gidecek olan Kürt devleti, her zaman Türki­ye’nin lehinedir. Bir taraftan Orta Doğu’da yaşayan 5 milyonluk Türk nüfusu ve onların yaşadığı Musul-Kerkük, Halep, Hama, Hu­mus, Lazkiye bölgeleri başta olmak üzere Orta Doğu’nun büyük bir kısmı Türklerin ve Kürtlerin kontrolüne geçecektir. Ayrıca bu oluşum Irak, Suriye ve İran yönetimlerini çok zayıflatacak ve sınırlarının Türklerin ve Kürtlerin lehine olmak üzere değişmesine yol açacaktır. Türk ve Kürt birlikteliğinin tarihsel arka planı Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük imparatorluğun ortaya çıkmasına vesile ol­muştur. Suriye’nin par­çalanacağı senaryolarından hareketle bölgede bir Kürt bölgesinin oluşturulması ve buranın daha sonra Kuzey Irak’taki Kürt devleti ile birleştirilmesi fikri taraftar bulmakta sıkıntı çekmeyecektir. Türkiye, İran ve Arap ülke­leriyle çevrili bağımsız bir Kürt devletinin -arkasında ister ABD olsun ister Rusya olsun-uzun süreli yaşama şansı yoktur.

İran, Irak ve Suriye’nin dışında Arap yarımadası Kuzey ve Orta Afrika ülkelerinde de Türk nüfusuna rastlanmaktadır. Büyük bir çoğunluğu­nun anadillerini yitiren ve sayıları 50000’i bu­lan Lübnan’daki Türk varlığını 4 ayrı başlık altında sınıflandırabiliriz: 1. Akkar Bölgesi Türkmenleri: Kuzey Vilayeti Akkar bölgesinde Kobayat yakınında­ki Kuvaşra, Aydamun ve El Devsi köylerinde yaşayan Türkmenlerin sayısı 7500’dür. 2. Baalbek Bölgesi Türkmenleri: 5500 kişi olduğu ileri sürülen bu grup Doğu Lüb­nan’da Beka vilayeti içinde yer alan Baalbek şehri çevresindeki Duris Kasabası ile Nana­iyye, Al Kaa, Şeymiye, Hadidiye ve Addus Köylerinde ve Hermel şehri yakınında Suriye sınırındaki bir köyde yaşayan Türkmenler. 3. Girit Türkleri: Girit Adası’nın Osmanlı’dan Yunan hâkimiyetine geçme­si ve Giritli Türklere yönelik saldırıların artması ile adadaki Türklerin II. Abdulha­mit döneminde Osmanlı hâkimiyetindeki bölgelere yerleştirilmesi çerçevesinde Suriye ve Lübnan’a getirilen ve Trablus’ta yaşayan Türkler. Sayılarının 9000 civarında olduğu saptanmıştır. 4. Beyrut’ta Yaşayan Türk Vatandaşları ve Suriyeli Türkmenler: 1940’lı yıllarda eko­nomik nedenlerle Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesinden (Mardin) göç ederek çoğunluğu Beyrut olmak üzere Lübnan’a yer­leşmiş Türk vatandaşları ve Suriye’den göç eden az sayıdaki Türkmen. Bu grup yaklaşık 30.000 kişiden oluşmaktadır. Suudi Arabistan’da Türkiye (Osmanlı) ve Uygur Türklerinden oluşan 150 bin civarında bir nüfus bulunmaktadır. Mısır’da Türklerin oranı “ülke nüfusu­nun yüzde sekseni Türk” gibi uçuk rakamlar­la ifade edilse de Mısır’da nüfusun üçte birini Türk kökenlilerin oluşturduğunu bir dönem Kahire Büyükelçisi olarak görev yapan Yaşar Yakış açıklamıştır. Ekmeleddin İhsanoğlu. Mısır’da Türkler ve Kültürel Mirasları adlı eserinde (2006) Mısır’ın ruhuna sinmiş Türk­lüğü ve onun 19-20 yüzyıldaki izlerini incele­miştir. Mısır’ın Sina yarımada­sında bulunan el-Ariş kentindeki Osmanlı torunları Türkler kökenlerine bağlı kalarak hayatlarını devam ettiriyor. Araştırmacı Hacı Ratib Mahmud Çorbacı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sayıları 150 bini bulan Türk asıllı nüfusun, Balkanlardan ve Anado­lu’dan Ariş kentine göç ettiklerini belirterek “Ariş nüfusunun çoğu Türk asıllı olup yerel dili kullanıyorlar. Kentteki diğer ailelerle akrabalık kuran aileler de bulunuyor. Ariş’e yerleşen aileler arasında Süleymanoğulları, el-Ağvat, Çorbacı ve el-Kaşif ailelerinin oldu­ğu ve bunların yaklaşık 5 yüzyıl önce Osmanlı ordusuyla birlikte bölgeye geldikleri belirtili­yor.” Yemen, Ürdün, Fas, Cezayir, Libya, Sudan ve Çad gibi ülkelerde Osmanlı döneminden kalan ve bugün artık dillerini kaybetmiş binlerce Türk’ün olduğu bilinmektedir.

ABD Orta Doğu’daki çıkarları için Türkiye’nin desteğine mutlak ihtiyaç duy­maktadır. Ancak Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak ileride çıkarlarına zarar vereceği bir ülke olma ihtimalini de göz önünde tutarak komşularıyla sorunlu olmasını arzulamakta­dır. Türkler ve Kürtler bin yıldır bölgede iç içe yaşamış ve kader birliği etmiş iki halktır. Propaganda amaçlı ifadeler bir yana bırakılır­sa Türkiye’de Kürt halkı dışlanmamış, etnik ayrımcılığa tabi tutulmamıştır.

Orta Doğu’daki Türk varlığı, örtülü operasyonları ve 5. Kol faaliyetlerini Tür­kiye’nin dış politikasının bir unsuru olarak kullanmasına zemin oluşturabilir. İran’ın coğrafi olarak sınırlı bölgesel seçenekleri var­ken Türkiye Kafkaslara, Balkanlara, Orta Asya’ya, Orta Doğu’ya hatta Kuzey Afrika’ya kadar uzanacak imkân ve fırsatlara sahiptir. İmparatorluk geçmişinde Türkler, bu bölgele­rin egemen gücüydü ve potansiyel güçleriyle gelecekte de aynı imkânları yakalayacakları ihtimal dışı değildir. İran ve Türkiye Orta Doğu’da birbirine rakip iki bölgesel güçtür. İran’ın Irak, Suriye, Lübnan başta olmak üzere Orta Doğu’ya dönük nüfuz alanları ya­ratma girişimleri Türkiye’nin menfaatlerine aykırıdır. Türkiye İran’ı bölgede sınırlamak ve petrol bölgelerinde kendisine alan açacak politikaları oluşturmak durumundadır. ABD ve İsrail; İran’ı bölgede kendi çıkarlarını teh­dit eden bir güç olarak görmektedir. Türkiye ise bu iki ülke tarafından İran’a karşı denge oluşturacak bir güç olarak değerlendirilmek­tedir. Bölgesel ve küresel güçler İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin istikrarsızlığı için dai­mi olarak Kürtleri kullanmaktaydılar. Kendi sınırları içinde Kürt varlığı Türkiye’dekilere oranla daha az olduğu için İran, Türkiye’ye dönük Kürtçü terörist örgütleri de hep des­teklemiştir. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin kesin olarak ortadan kalkmasının ardından bağımsızlığını kazanan beş Türk Cumhuriye­ti ile Türkiye’nin etnik köken birliği ülkenin stratejik önemini artıran en önemli olgulardan biridir. Orta Asya, Hazar ve Orta Doğu çıkışlı enerji kaynaklarının geçiş güzergâhının Tür­kiye olması da stratejik açıdan ülkeyi güçlü kılan bir diğer olgudur. Türkiye son 30 yıldır bölücü terör tehdidi altında önüne çıkan fır­satları değerlendiremeyen bir ülke konumun­daydı. Türkiye’nin büyümesini istemeyen başta ABD, AB ve komşu ülkeler, PKK’lı te­röristlere bazen açık bazen örtülü olmak üze­re destek vererek, ülkeyi istikrarsızlığa sürük­lemişlerdir. İstikrarsızlığın derinleşmesinde ülke içindeki kısır iç politik çekişmelerin de rolü inkâr edilemez bir gerçekliktir. Özellik­le Türk dünyası ile bütünleşmeyi sağlayacak gerekli politikaları geliştiremeyen Türkiye tarihî fırsatları yeterince değerlendirememiştir. Türkiye’nin artık önünde geniş bir etki alanı bulunmaktadır. Özellikle komşu ülkelerdeki Türk ve Kürt varlığı üzerinden geliştireceği politikalar ona yeni nüfuz alanları kazandıra­caktır. İran başta olmak üzere Orta Doğu ül­keleri, Azerbaycan ve Türkmenistan’da Oğuz üst kimliği etrafında kümelenecektir. İran’da yaşayan Türkler arasındaki hareketlilik bu ül­keleri zorunlu olarak birleştirecektir.            

Yazar hakkında

Prof. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ

Prof.Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ, 1963 yılında Giresun’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini memleketinde tamamladı. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 1989’da Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un danışmanlığında hazırladığı Atebetü’l-Hakayık Grameri başlıklı yüksek lisans tezini savunarak “bilim uzmanı” unvanını aldı.

Yorum yazabilirsiniz